Depresyonun tarihi incelendiğinde eski çağlardan beri farklı kültürlerde tanımlandığı ve çeşitli şekillerde tedavi edildiği görülür. Ancak zaman içinde tanımı ve anlayışı değişen bir durumdur.
Antik Çağlar
Antik dönemde depresyon biliniyordu. Genellikle vücut sıvılarının dengesizliğine bağlı olarak açıklanırdı. Bu dönemde, depresyonun tedavisi diyet, fiziksel aktiviteler, müzik ve banyo gibi doğal yöntemlere dayanıyordu. İlk olarak, Yunanlılar ve Romalılar, kendi deyimleriyle \\\”melankoli\\\”yi anlamak ve tedavi etme girişimlerinden bazılarını yaptılar. Bu girişimler arasında yaşam tarzı değişiklikleri, bazı diyetler ve psikoterapinin ilk biçimlerine kadar uzanan yöntemlerle vardı.
Orta Çağ
Orta Çağda akıl hastalıkları genellikle şeytani ele geçirmenin veya ilahi cezanın bir işareti olarak görülüyordu. Muameleler, şeytan çıkarma ayininden hapsedilmeye kadar uzanan sert ve insanlık dışı şekillerde olabiliyordu.
Rönesans ve 18. Yüzyıl
Rönesans ve Aydınlanma dönemleri, depresyonun tıbbi bir sorun olarak görülmesine yönelik bir değişimi beraberinde getirdi. Ancak tedaviler ilkel kaldı. Hatta kan alma ve müshil kullanımını gibi yöntemler bile kullandılar. Bunun yanı sıra \\\”İngiliz hastalığı\\\” veya \\\”melankoli\\\” kavramı popüler hale geldi. Böylece depresyonun daha rafine bir şekilde anlaşılması mümkün oldu.
19.Yüzyıl
Bu noktada en önemli gelişme 19. yüzyılda akıl hastanelerinin kurulmasıdır. Ayrıca akıl hastalarına şefkat ve insani bakım vurgulandı. ahlaki tedavi hareketinin yükselişine tanık olundu, ancak depresyona yönelik etkili tedaviler hâlâ ulaşılamadı.
20.Yüzyıl
20. Yüzyılın Başları : Sigmund Freud ve diğer psikanalistler, depresyonun psikolojik nedenleri etrafında teoriler geliştirdiler. Sonuç olarak bu teoriler, tedavi olarak psikoterapiyi gündeme getirdi. Bu arada, 1940\\\’ların sonlarında lityumun keşfi, modern psikofarmakolojinin başlangıcı oldu.
20. Yüzyılın Ortası ve Sonu : Antidepresan ilaçların keşfi depresyonun biyolojik temellerine ve tedavisine yeni bir bakış açısı getirdi. Trisiklikler, MAO inhibitörleri ve daha sonra SSRI\\\’lar gibi antidepresanlar kullanıma girdi. Antidepresanların yaygın kullanımı, depresyon tedavisini dönüştürdü. Psikoterapi gelişmeye devam etti. Özellikle bilişsel-davranışçı terapi (BDT) önemli bir yaklaşım olarak ortaya çıktı.
21. Yüzyıl
Günümüzde depresyon anlayışı, biyolojik, psikolojik ve sosyal bileşenleri içermektedir. İlaç ve psikoterapiden yaşam tarzı müdahalelerine kadar uzanan tedaviler vardır. Dahası çevrimiçi terapi gibi teknoloji tabanlı farklı tedavi seçenekleri ortaya çıktı. Ancak tedaviye erişimi hala bir zorluktur. Ayrıca damgalanmaya karşı mücadele ihtiyacı devam etmektedir.

Depresyonun Tarihi Açısından Önemli Bazı Bilim İnsanları
Depresyonun tanımı ve anlayışı tarih boyunca birçok bilim insanı tarafından şekillendirilmiştir. Özetle, bu alanda öne çıkan bazı isimler ve katkıları şunlardır:
- Hippokrates (M.Ö. 460-370): Antik Yunan hekimidir. Önce depresyonu \\\”melankoli\\\” olarak adlandırmıştır. daha sonra da bunu vücut sıvılarının (özellikle siyah safra) dengesizliğine bağlamıştır.
- Galen (M.S. 129-200): Antik Roma döneminde yaşamış bir hekimdir. Galen, Hippokrates\\\’in teorilerini genişletmiştir. Sonuç olarak, melankolinin hem fiziksel hem de psikolojik sebepleri olabileceğini öne sürmüştür.
- Sigmund Freud (1856-1939): Psikanalizin kurucusu olan Freud, depresyonu üzüntü ve kayıpla ilişkilendirmiştir. Özetle, bunun kişinin iç dünyasındaki çatışmalardan kaynaklandığını savunmuştur.
- Emil Kraepelin (1856-1926): Modern psikiyatrinin öncülerinden biri olan Kraepelin, depresyonu manik depresif psikozun bir parçası olarak tanımlamıştır. Ayrıca bu durumu detaylı bir şekilde sınıflandırmıştır.
- Aaron T. Beck (1921-): Bilişsel terapinin kurucusu olan Beck, depresyonun bilişsel süreçlerle açıklamıştır. Bu teoriye göre, depresyonun temel nedeni kişinin düşünce süreçlerindeki olumsuz ve çarpık inançlar, değerlendirmeler ve düşünce kalıplarıdır.
- John Cade (1912-1980): Avustralyalı bir psikiyatrist olan Cade, bipolar bozukluk tedavisinde lityumun etkinliğini keşfetmiştir. Sonuçta, depresyon dahil olmak üzere ruh sağlığı bozukluklarının biyokimyasal temellerinin anlaşılmasına katkı sağlamıştır.
- Ivan Pavlov (1849-1936): Rus fizyolog Pavlov, davranışçı psikolojinin temellerini atmıştır. Böylece, depresyonun davranışsal tedavisine yönelik yaklaşımların geliştirilmesine yol açmıştır.
- Martin Seligman (1942-): Pozitif psikolojinin öncülerinden Seligman, \\\”öğrenilmiş çaresizlik\\\” teorisini geliştirmiştir. Bu teori, depresyonun anlaşılması ve tedavisinde önemli bir yer tutmuştur. Öğrenilmiş çaresizlik teorisi, psikolojide bireylerin kontrol edilemeyen olaylar karşısında pasif ve çaresiz bir tutum geliştirdiğini açıklayan bir kavramdır.
Bu bilim insanları, depresyonun çok boyutlu bir fenomen olarak anlaşılmasına katkıda bulunmuştur. Ayrıca bu alandaki tedavi yaklaşımlarının geliştirilmesine önemli ölçüde etki etmişlerdir. Depresyonun tanımı ve tedavisi üzerine çalışmalar günümüzde de devam etmektedir. Bu alanda yeni teoriler ve tedavi yöntemleri geliştirilmektedir.
